19 Ocak 2013 Cumartesi

BİR ZİNGİBER HİKAYESİ


Zingiber...Bildiğimiz adı ile zencefil... Tam latince adı ise Zingiber officinale... Anayurdu güneydoğu Asya olup Çin, Malezya ve Hindistan'da yoğun olarak yetiştirilmekte ve kullanılmaktadır. İçerdiği mineral ve vitaminler sayesinde şifa verici bir özelliği vardır. Kalsiyum, fosfor, demir, B ve C yönünden zengindir.
 Nelere iyi geliyor ?
-Mide ve bağırsak hastalıkları
-Solunum yolu rahatsızlıkları
-Romatizmal hastalıklar
-Yüksek tansiyona bağlı hastalıklar
-Bağışıklık sistemi hastalıkları
Nasıl ve nerelerde kullanılır?
Toz, kuru ya da taze olarak aktarlardan satın alabileceğiniz gibi son yıllarda pazarlarda ve büyük marketlerde de tazelerine sıkça rastlamaktayız.
En yaygın kullanım şekli çay olaraktır. Size iki ayrı zencefil çayı tarifi vereyim. Soğuk algınlığı ve öksürüğe birebir!
Zencefil çayı 1 : Yarım tatlı kaşığı rendelenmiş taze zencefili bir bardak soğuk suya ekliyoruz. Yaklaşık 5 dakika kadar hafif ısıda kaynatıp süzüyoruz. Soğumadan sıcak sıcak içiyoruz. Arzu edenler bal ve limonla tatlandırabilirler. 
Zencefil çayı 2 : (4 kişilik) Kaynamış bir litre suya 1-2 kök kuru zencefil veya büyükçe bir parça taze zencefil, birkaç karanfil, küçük bir tarçın çubuğu, 4 kakule tanesi ile 1-2 yaprak taze nane koyuyoruz. Çaydanlığı ateşten alıp 10-15 dakika kapağı kapalı ve üzeri bir bezle örtülü şekilde demlendiriyoruz. Sonra 2 yemek kaşığı siyah çay veya 1 tatlı kaşığı yeşil çay eklenip 5 dakika daha dinlendiriyoruz. Güzelce süzüp bal veya esmer şeker ile tatlandırıyoruz. Bal ilave edeceksek çayın biraz ılınmasını bekliyoruz... Azı yarar, çoğu zarar diyerek günde 2 bardaktan fazlasını içmemeye dikkat ediyoruz...
Toz veya rende taze zencefili yemeklerimizde kullanabiliriz, özellikle et ve tavuk yemekleri ile çorbalara; pasta, kek ve kurabiyelere egzotik bir lezzet katıyor.
Reçel ve marmelatını yapabileceğiniz gibi sadece tatlandırıcı olarak da kullanabilirsiniz.
Zencefil yağı lokal olarak kullanıldığı zaman romatizma, eklem ve adele ağrılarında da rahatlatıcı bir etki yapıyor.

Eh, bu kadar faydadan bahsedip bir tarif vermemek olmaz, değil mi? Bu tarif sık yaptığım bir kek...Hollanda'dan... Malzemesi az, yapımı kolay, yemesi ise tek kelime ile harika:) Şiddetle tavsiye ediyorum.

ZENCEFİLLİ KEK
125gr tereyağ, yumuşatılmış
200gr şeker
3 yumurta
1 çay kaşığı tarçın
1/2 çay kaşığı toz karanfil
1 1/2 çay kaşığı toz zencefil
250gr un
2 tatlı kaşığı kabartma tozu
1/8lt krema
Fırın kabınızın ölçüsüne göre bisküvi tozu

-İlk önce fırınımızı 200 C derece ısıtıyoruz.
-Yumuşatılmış tereyağına azar azar şeker, tek tek yumurtayı çırparak ilave ediyoruz.
-Krema, tarçın, toz karanfil, toz zencefil, un ve kabartma tozunu da ekleyip tahta kaşıkla karışıma yediriyoruz.
-22cm.lik yağlanmış, unlanmış ve tabanına bisküvi tozu serpilmiş kalıbımıza döküyoruz. Tercihinize göre kare veya dikdörtgen kalıp da kullanabilirsiniz.
-Yaklaşık pişme süresi 35-40 dakikadır.
Yumuşak, pufidik bir kek olup yanında vanilyalı dondurma veya krema ile servis edebilir, üzerine pudra şekeri serpebilirsiniz...
Afiyet olsun....


En sevdiğim defter açılıyor, Snoopy ve Woodstock'a bir selam çakılıp işe koyulunuyor...

Malzemeler buluşmaya hazır...

Önce şekerimizi ölçüyoruz...

Sonra sırasıyla tereyağ, yumurtalar ve kuru malzemeler karışıyor...

Artık fırına hazırız...

Oldu da piştik maşallah!

Çay saatine yetiştik...

Mmmmmmmm....Afiyet olsun



















2 Ocak 2013 Çarşamba

YENİ YILLA BİRLİKTE DENİZ SEZONU AÇILMIŞTIR

2 Ocak 2013...
Günün ilk saatlerinden itibaren kafamda sadece haftasonunda gireceğim AOF güz dönemi ara sınavlarım vardı. Hala çalışamadığım bir yığın konu beni bekliyordu... Oysa hava şahane, 15.5 derece, yaprak kımıldamıyor, zaman zaman bulutların arasından güneş bile yüzünü gösteriyor. Gel de bu şurup gibi havada, hem de Alaçatı gibi yerde çalış çalışabilirsen! Evde tıkılıp kalacağıma şöyle sakin bir deniz kenarına uzanayım dedim...Temiz hava beyin hücrelerimi canlandırırken oturup güzel güzel ders bile çalışabilirdim.
Hiç tereddüt etmeden nereye gideceğime çoktan karar vermiştim...Yazları deniz için gittiğim güney sahili... En sevdiğim yer...Yüzümde mutlu bir tebessüm... Çantamda ufak tefek atıştırmalıklarım, suyum, Türk Dili kitabım ve de ne olur olmaz belki ayaklarımı denize sokarım diye parmak arası terliklerim... Eeee terlikleri alınca mayo ve havlu da alayım bari dedim ve yola koyuldum... Tabii ki aslolan ders çalışmak, gerisi bahane :)
Topu topu 6 dakika sonra gideceğim yere ulaşmıştım bile... Yılbaşı kabalığından sonra Alaçatı yine herzamaki sakinliğine dönmüştü... Yollar bomboştu... Sörf yoluna sapmayıp sağa doğru devam ettim ve deniz kıyısına inen taşı bol toprak yola saptım.  Dağ kekiğine bulanmış deniz havasını içime çekip deniz kenarına süzülürken kulağıma çıngırak sesleri dolmaya başladı... Bir süre sonra da arabanın etrafı kocaman bir keçi sürüsüyle çevrelenmişti... Arabayı durdurdum... Omzunda heybesi, elinde sopası, orta yaşlı çobanı selamladım...
-Selamün aleyküm!
-Aleyküm selam yenge! Ne işin var kış günü buralarda? (Beni arazinin sahibinin bir yakını sandığı her halinden bellidir bu arada, bir açıklama yapmak zorunda olduğumdan gerçeği söyleyiverdim)
-Ders çalışmaya geldim, burası sakindir, severim çok.
Çoban öylece suratıma baktı, çaktırmaz ama meraktadır belli ki. Yaş olarak okul yaşını çoktan geçmiş bir kadın duruyordur karşısında, dayanamaz sorar:
-Ne okuyorsun abla?
-Tarım okuyorum. Ne güzel bir sürün var, kaç baş?
-250 baş abla. ( Bu arada yengelikten ablalılığa da terfi ettiğimi fark ediyorum, sırıtıyorum)
-Ne cins bunlar?
-Hökümet siyah dağ keçilerini yasaklıyor artık, hepsini beyaza döndürüyoz, Sanen bunlar. Bunlar ormanlara, fidanlara zarar vermeyen bir cins. Bak kulaklarında sarı numaraları var, kayıtlı hepsi...
-Nerelisin sen?
-Kırıkkale ama 20 yıldır buralarda yaşıyorum, çalışıyorum.
-İyi, iyi ne güzel...
Keçilerin plaja doğru seyirttiklerini görünce kolay gelsin diyerek çobanı sevimli sürüsü ile başbaşa bırakıyorum...
Arabamı park edip, ardıç ağaçlarının altına konuşlanıveriyorum neşe ile... İlk önce botlar ayaktan atılıyor, parmak arası terlikler giyiliyor. Ardından çantadan D-90 çıkıyor, onu özellikle havlunun üzerine koyuyorum ki sayısız düşüşlerinden birini daha yaşamasın garibim. En son da ders kitabı çıkıyor çantadan...
Deniz kenarına doğru yürürken çalıların arasından tam gaz bana doğru koşturan kangalı farkediyorum. Ne de sevimli birşey bu! Çoban uzaklardan seslenip korkmamamı söylüyor. Korkmuyorum zaten. Adının Aslan olduğunu öğrendiğim bu sevimli kangal ile anında dost oluyoruz. Üzerimdeki köpek kokularından benim bir köpeksever olduğumu anlıyor belli ki, elimi yalayıp ayaklarımın dibine yatıveriyor. Artık azman bir korumam da var, rahat rahat dolaşabilirim :)
Çocuklar gibi mutluyum, elimde bir çomak kumlara bugünün tarihini yazıyorum:  2.01.2013. Yazarken farkediyorum ki bu tarihte de matematiksel tekrar var... 201.201.3 :) Derken denizden gelen hafif dalga seslerine daha fazla karşı koyamayıp ayaklarımı suya sokmayı deniyorum. Aaa deniz çok soğuk değil...Güneş de bulutların arasından tamamen çıktı artık... Hımm, belki ilerleyen dakikalarda tamamen de girebilirim... Çoban ve sürüsü çoktan gözden kaybolmuşlar, Aslan kangal da telaşsız bir şekilde  onların ardından gidiyor.
Bu kadar avarelik yeter artık deyip kitabımı açıyorum... Konumuz Türk Dilinin kökenleri, tarihçesi... Yaklaşık yarım saatlik yoğun(!) bir çalışmadan sonra kitabı bir süreliğine kapatıp, doğayı dinliyorum...   Denizdeki pır pır motorun sesine eşlik eden martılarla karadaki ardıç ağaçlarının yapraklarına gömülmüş minik kuşların sesleri birbirine karışıyor... Çobanı düşünüyorum... Yaptığı işten keyif aldığı her halinden belli... Keçilerinden, köpeklerinden, dağlardan bahsederken gözlerindeki pırıltıyı görmemem ne mümkün... Doğanın bir parçası olmuş artık o, ne mutlu!
Denize en geç girme rekorum bundan iki yıl öncesi 22 Aralık gününe aitti. Sanırım bugün ben bir rekor denemesi yapacağım... Ortam müsait, hava müsait, ben dünden razı:)
Bilenler bilir, buranın denizi yazları bile çok soğuktur, insanın için tir tir titretir ama bugün nedense, belki de güneyli rüzgarlardan, çivi gibi değil... İnanılır gibi değil, ocak ayının ilk günleri ve ben denizdeyim... Vücudum ve beynim ilk şoku atlattıktan sonra sadece beş dakika kadar yüzebiliyorum. O kadarı bile bu kışı gripsiz atlatmama yeter de artar bile...
İşte böyle bir gün geçirdim ve sizlerle de paylaşmak istedim...

Yeni yılın herkese sevgi, huzur, bolluk, bereket getirmesini can-ı gönülden diliyorum.
Sevgi ve ışık ile her daim...
İşte sözkonusu keçilerimiz bunlar... 
Otlaktan denize doğru inerler...

Bu ikisini çok sevdim...

Keçiler deniz keyfine başlar...
Bir kaçı da ardıç altında mola verir...

Botlar çıkar...

Parmak arası terlikler giyilir...

Kitap bir yerde, ben başka yerde...


Tarihi gün ıslak kumlara kazınır... 
Eylem ölümsüzleştirilmiştir :)

Akşam üzeri gölgemiz de var...

Denize girilmiş, çıkılmıştır... 

ve bir de sahile vurmuş kalamar bulunur...


THE END